Acının yoğun olduğu alanlardan, ekseriyetle yine acı meydana çıkar.
Koşullar ve koşulların özellikleri genel olarak birçok fizik oluşumda temel belirleyicileri oluşturur. Koşulları çevreleyici kuvvetler ve bu kuvvetlerin özellikleri olarak tanımlayabiliriz. Bu koşulların etkilediği şeyleri de koşulların fiziksel olarak içinde, ortasında kalan nesneler olarak tanımlayabiliriz. Örneğin bir insan ortadaki nesne, etrafındaki doğal, sosyal, fizik çevre ise koşullar olabilir. Coğrafi koşullar, kültürel koşullar, bedensel koşullar. Koşulları yaratan maddenin özelliği, çevreleyici koşullar ve devinim mekanizmalarının yolları (pathways) genel olarak hangi hareketi/davranışı sergiliyorsa ve eğer dışardan ya da içerden bir kuvvet etkisi olmaz ise benzer hareketler küçük değişimler ile kendisini sürdürmeye devam eder. Deprem bölgesinde genellikle depremler meydana gelir, sürekli zorluk gören insanların hayatları genellikle bu doğrultuda sürer, bedeni yoğun şekilde korku ve acıyla yoğrulmuş olanlar döner dolaşır benzer korku ve acıların etrafında seyirlerine devam eder. Kendisini nicelik olarak yoğunluğun çok olduğu koşullarda sürdüren bu farklı sarmal yapılar, farklı bir kuvvet bu yapılara etki etmedikçe kendi dönemleri içinde ufak ufak değişerek olur giderler. Belirli değişim ve oluşum noktalarında, örneğin canlılığın ortaya çıkışı, Bigbangin patlaması, ya da sokakta gördüğümüz bir insanın bize gülümsemesi gibi durumlarda ise tesadüf (denk gelme) diye kavramsallaştırılan çakışmalar, sapmalar gidişatı belirli ölçülerde (yine maddenin özelliği sınırı içinde) değiştirebilir. Değişen sarmal bir yapı meydana gelebilir (özellikle sarmal kelimesi burada önemlidir, döngü değildir çünkü burada matematiksel keskin bir dengeden döngüden bahsedilmiyor).
Tabiidir ki, bu yapı zihnimiz içinde de kendisini gösterir. Zihinlerimizin yoğun şekilde maruz kaldıkları davranışsallar ve bu davranışsalın neden olduğu kimyasallar zihinsel/duygusal devinimlerimiz içindeki bir numaralı belirleyiciler olurlar. Bu durum beyin çalışmalarında nicelik kuramı olarak geçiyor (Pereira, et al., 2020). Beyinde belirli fonksiyonu yoğun olarak hayata geçiren bölgeler, bu bölgelerin deyim yerindeyse sürekli aktif olmasıyla büyümesi, benzer davranış ve hareketlerin devamlı halde meydana gelmesine yol açar. Örneğin, bugünlerde çok üzücü olarak yaşadığımız depreme maruz kalan depremzedelerin beyinlerinde bu ağır yapıları gözlemek mümkün olacaktır. Belki de yine çok üzülerek bu ağır oluşumların etkisi yıllar yılı geçmeyecek, beyinde yoğunlukla meydana gelen hareket biçimleri uzunca bir süre, belki de kişilerin hayatları boyunca varlığını sürdürecektir (Van Der Kolk, 2014) (Bu durumu önlemeye ilişkin hiç bir şey yapmamış olan ve bu duruma karşı çıkmakta aciz olan zihinler de; kendi sığ, sosyal-matematiksel beceri ve anlayıştan yoksun, gelişmemiş motor becerileri ile yaşattıkları mekanizmaları sürdürmeye devam edeceklerdir. Umuyoruz ki yaşanılan bu felaket, bu gibi dehşetlerin bir daha yaşanmaması adına küçük büyük sapma hareketleri de oluşturabilir).
Benzer şekilde gündelik hayatta acının ve korkunun uzunca süre deneyimlendiği zihinlerde de bu acı ve korku devinim halinde kendini ortaya koymaya devam eder ve entegratif şekilde kendisini birçok alanda gösterir. Örneğin bir ilişkiyi ele alırken, bir deneyime yaklaşırken, bir task ile uğraşırken, bu acı ihtimali, zarar görme korkusu bizi hep geri çeker. Belki deneyimleyeceğimiz bir durumdan göstereceğimiz tutum sayesinde çok ciddi tat alma şansına sahipken, korku ve acı mekanizmalarının yoğun çalışması bu ihtimali ortadan kaldırabilecektir. Ve biz tada, daha anlamlı olana ne kadar çok yönelsek de, çalışan acı ve korku mekanizmaları kendisini gerçekleştirmeye devam edecektir.
Bu oluşum noktalarında şans (tesadüf) bizim kaderimiz olmakta ve genel olarak içine düştüğümüz durumlar ve maddemizin kendi özelliğinin (genetik ve epigenetik oluşumlar bir arada) yarattığı hareket biçimi ile genel yaşantı mekanizmamız oluşmaktadır. Bizim gibi dünyanın zorlu coğrafya ve kültürlerinde yaşayan insanlar için (ki çok az deneyimli kültür bunu daha iyi yönetebiliyor gibi görünmektedir, örneğin bazı avrupa ülkeleri, avusturalya vb.) bu tesadüflerin olumsuz olarak vuku bulması kaçınılmaz gibi görünmektedir. Bununla beraber, çoğunlukla biz olağan kişiler için -kendi çabalarımızla küçük değişikliklere yol açsak da- bu şansı değiştirecek hamleleri yapma (koşullarda yaşanan sapmalar olmadıkça, örneğin çok ciddi sakatlık yaşayan ve komada 5 ay kalan bir kişinin, kendini beslenme ve hareket bakımından çok ciddi şekilde disipline edebilmesi gibi) çok nadir erişilebiliyor gibidir. Tabii ki yine de bu durum imkansız değildir. O depremler için önlem alınabilirdi, biz kendi hayatımızdaki acı, korku kaynaklarını tat, güven kaynaklarına dönüştürebiliriz. Bu yalnızca bir umut mudur, yoksa gerçeğe yaklaşabilmenin hayali midir bilinmez. Yine de belirli ölçülerde denemek, hiç elini taşa yöneltmemektense daha anlamlı ve keyifli dokular ortaya koyabilecektir.