Neden Gülmek Yerine Acıya Yöneliyoruz

alp yuce
3 min readNov 25, 2021

--

Nejat İşler’e bir röportajında soruyor sunucu: “Kendinizi melankolik olarak mı tanımlardınız (daha çok batı tarzı bir hayata vurgu yaparak) yoksa arabesk mi?”. Nejat İşler cevap veriyor: “ister istemez arabesk var içimde, ne kadar kaçabilirsiniz ki, sonuçta burada doğup büyüdük”.

Çok samimi bulduğum bu cevap, uzun zamandır biriktirdiğim düşünceleri bir söylemle açıklayıverdi bana, ben de size aktarıyorum:

Bugünlerde tanıştığım ve tarihimde tanışıp şimdilerde anlamaya çalıştığım yakın-uzak, zeki-çokta zeki olmayan, cevval-pasif, neşeli-mıy mıy, güçlü-güçsüz, korkak-cesur, kadın-erkek ne kadar insan var ise; bu insanlarda en çok ön plana çıkan özelliklerden birisi keyif yerine kendilerine korku ve acıyı düstur edinmeleri oluyordu. Tanıdıklarım arasında güzel bir yaşama sahip olmaya en yakın olanları bile (yakışıklı, statüsü parası olan, güçlü bir erkek ya da özgür, mesleği olan ve finansal konuda zorluk çekmeyen güzel bir kadın) genel olarak daha pasif[1]; işinden gelen yaşam kaynağını hayatının merkezine oturtmuş; keyfi ertelerken, sıkıntıya[2] daha kolay adapte olan; içki masasındaki gülme keyfini bile acı arabesk müzik ile taçlandırabilen insanlar. İşin kötüsü bunu arada bir hadi bu deneyimi de tadalım demek için yapmıyorlar. Bu onların yaşam biçimi olarak karşımıza çıkıyor.

Bu durumların belli ki doğal bir etki/sonuç ilişkisi var. Davranışların en önemli yöneticisi olduğu düşünülen farklı beyin alanlarına (bazımız bedenden bağımsız bir ruhun davranışı yönettiğini söylese de), en çok etki ettiği düşünülen şeylerden birinin sosyal ilişkiler olduğu varsayılmakta. Buna sosyal kognisyon diyorlar. Özet olarak şu: İnsan yaşarken çok yoğun şekilde sosyal olarak deneyimliyor (tabii modern hayat bunu değiştirmekte), diğerleriyle sürekli etkileşimde, ve davranışlar genelde imitasyon üzerinden şekilleniyor (Pankepp, 1998; Russell, 1999; Acharya, Shukla, 2012). Yani: ne görüyorsak onu taklit ediyoruz. Genelde çok özgün değiliz.

Biz ne gördük peki? Öncelikle korku görüyoruz, çok baskın patriarki, zayıf olanı halkı bastırıyor. Bunu genel olarak erkek kadını, kadın çocuğu bastırıyor olarak okuyabiliriz. Korku acı kaynaklarından birisi, yoğun ve düzenli olarak yaşanmakta. Yani acıyı alışkanlık edindik yavaş yavaş. Ardından bu acıyı bertaraf etmek için direk tepkisellik değil, ama yan tepkisellik olarak yalan doğuyor. Çünkü yoğun acı kaynağı da olsa, yeme ve barınma kaynağını direk yok etmeye yönelik bir hamle, daha tehlikeli bir durumun yani daha büyük bir acının oluşumuna yol açabilir. Burada acıyı uzun süre terk edemeyince (bebek ve çocukluğun muhtaçlığı ile) acı artık bizimle beraber. Ama acıdan kaçma peşindeyiz de tabii ki (Damasio, 1999). Bu yüzden daha kognitive bir yöntem yalan oluşmaya başlıyor. Acı ve yalan yan yana geliyor bu sayede. Tabii bunlar zihinde ayırt edilebilir durumlar değiller, zihinde her şey iç içedir. Girdiler mi birbirlerine! Acıyı gidermeye çalıştıkça yalana sarılıyoruz, yalana sarıldıkça da doğal gerçeklik algımızı yavaş yavaş yitiriyoruz. Yani bize ne keyif verirdi doğal olarak, blur, flu bir hale geliyor. Koşmak, dokunmak, konuşmak, coşku, merak, keşif, aslında hep keyif kaynaklarımız arasında. Yemeğe yönelmek gibi, içsel. Ama önce korku, korkunun anlık olmaktan çıkıp genele yayılması sonucu, sürekli korkunun yarattığı acı, ardından acıya karşı bir duruş olarak yalan (bunları birer ahlaki değer olarak değil, yemeğe uzanan bir el olarak düşününüz) ve bir döngüselliğe[3] kavuşan acının kendisinin keyif yaratması. Çünkü doğal olan keyif, mutluluk kaynakları körelerek yerini koşullara göre oluşmuş, acıdan türemiş keyif kaynaklarına bırakıyor.

Diyorum ki acı içimize işlemiş, eğlenceyi anlatmak yerine ben de acı üzerinde durup onu didikliyorum. Ne farkı var değil mi? Kınanma korkusundan doğan utanç, toplumun içinde yer alma arzusu ve mecburiyeti (var olabilmek için) başta (çocukken, bebekken) içimizden geleni silip, işte bu düşünce ve yaşantılara sevk ediyor bizi. Bırakınız efendim! Bundan kurtulamayacağımız açık, ama bir reçete isterseniz, bu işin dengeleyicisi yalnız yaşamak olabilir. Bakın her şey somut aslında, yalnız kalırsanız, uzak kalırsınız, kendi düşünce ve his patternlerinizi oluşturursunuz. Yine de geri döndüğünüzde, durumlar değişkenlik gösterebilir tabii. Hiç durmaz varlık, hep değişir.

Figür 1. Acının oluşumu ve döngüsel hale gelişi.

Kaynakça:

Panksepp, J. (2005). Affective neuroscience: The foundations of human and animal emotions. Oxford: Oxford University Press. Retrieved from https://books.google.com.tr/books/about/Affective_Neuroscience.html?id=qqcRGagyEuAC&redir_esc=y

Acharya, S., & Shukla, S. (2012). Mirror neurons: Enigma of the metaphysical modular brain. Journal of Natural Science, Biology and Medicine, 3(2), 118. doi:10.4103/0976–9668.101878

Russell, B. (1999). Eğitim Üzerine. İstanbul: Say Yayınları

Damasio, A. (1999). Spinozayı Ararken, Ankara: Odtü Yayıncılık

[1] Burada pasiften kastım hayata, doğaya, deneyime karşı içinde bir enerji olsa da bu enerjiyi primer olarak ortaya koymayan kimseler

[2] Sıkıntıdan kastım örneğin iş yerindeki anlamsız beklemelere tepki göstermeden saatlerce bekleyebilen ya da keyif yaşayacağı hafta sonunda bile alışveriş merkezi yollarındaki trafiğe katlanan, ya da yürüdüğü yoldaki ne olduğu belirsiz yol çalışmasının toz ve gürültü kirliliği karşısında bu da olur diyen.

[3] Aslında interrelated dır. Yani ilişkiseldir, sürekli bağ kurarak kendisini yeniler. Ama benzer kaynaklara sahip olduğu için değişim kendisini çok hissettirmez, benzer örüntüler sunar.

Sign up to discover human stories that deepen your understanding of the world.

Free

Distraction-free reading. No ads.

Organize your knowledge with lists and highlights.

Tell your story. Find your audience.

Membership

Read member-only stories

Support writers you read most

Earn money for your writing

Listen to audio narrations

Read offline with the Medium app

--

--

alp yuce
alp yuce

Written by alp yuce

Indeed I am a poet, but the life forces me to do that.

No responses yet

Write a response