Birçok düşünüre göre insan kavramının/nesnesinin (bazı durumlarda öznesinin) tanımını yapmak çok kolay olmayabilir. Bu zorluk özellikle insanın özne olma özelliği ile ilişkilendirilir. İnsan, kişisel olarak yaşadığı deneyimlerin farkına varan ve belki de yaşam periyotları içinde birer kişilik geliştirerek ben olma halini yaratan bir varlık olarak tanımlanması zor kategorisine dahil olur.
Bu yaklaşımlar tamamen dışarıda bırakılamaz ya da yadsınamaz. Bununla beraber, bu yaklaşımlar insan kavramı ya da nesnesini tanımlarken merkezi kuvvet de oluşturamazlar. Çünkü, insanın bireysel seviyede anlık olarak hissedip, zaman içinde biriktirdiği deneyimleri, o kişinin bütününü oluşturmaktan ziyade, ancak bir parçasını oluşturabilir (bu ayrı bir tartışma konusu olarak tartışılmaktadır). Bununla beraber, insanı insan yapan etten kemikten, dış dünya ile sürekli etkileşim halinde olan bütün bileşenlerin toplamıdır.
Kalıplaşmış özne paradigmasını bir kenara koyacak olursak, insan olgusu/nesnesini nasıl tanımlayabiliriz sorusuna şöyle bir açıdan yaklaşabiliriz: Sosyal bütünün bir parçası olarak insan (tıpkı bir vücudun parçalarını oluşturan, organlar, uzuvlar gibi).
Bazı düşünürlere göre (örn. Churchland) eski insan ve yeni insanı birbirinden ayırmak çok da kolay değildir. Türün yaklaşık 300 bin yıl önceye dayanan kökenleri, ta o dönemde yaşayan insanlar ile modern insan arasında bir bağ olduğunu söyler. Eğer insan o günden bu güne çok da değişmemişse ve özellikle de sosyal bir ağın parçası olarak varlığını ve özelliklerini sürdürüyor ise, bu parçayı nasıl tanımlayabiliriz (Burada tanımlanacak olan insan tek bir kişiyi ifade etmektedir)?
Bu yaklaşımı doğrulamak adına tarihsel dönemden günümüze doğru giden örneklere değineceğim. İlk örnek İ.S 180'li yıllarda Roma İmparatoru olan Commodus ve Commodus dönemi yaşayan Roma halkı. Commodus oldukça cani bir insan olarak, Kolezyum’a topladığı çeşitli engeli bulunan insanları bir gösteri eşliğinde katlediyordu. Burada asıl ilginç olan Commodus’un kendisinden ziyade, Kolezyum’da gösteriyi heyecan ve keyifle izleyen insan topluluklarıdır.
İkinci bir örneği iki ayrı filmden vereceğim. Birincisi 1975 yılında yayınlanan “Baldız” filmi. İkincisi 2023 yılında yayınlanan Gibi dizisi 4. sezon son bölümü. İlk filmde bir sahnede horoz dövüşüne tezahürat eden insanlar, ikincisi de ise okuma yazma öğretmeye çalışan öğretmen ile dalga geçen insanlar. İki sahnede de insanların gülme eylemleri oldukça benzer. Ve sahnelerde geçen olayları sosyal bir minvalde heyecan ve eğlence ile izlemekteler (özellikle Baldız filminde kadına karşı yaklaşım, Ali Şen’in hafif retarde oğluna karşı yaklaşımı, kasabadaki insanların olaylara karşı yaklaşımlarında da benzer patternler var gibi görünmekte).
Bunlar gibi birçok örnek vermek mümkündür (en çok da aklıma gelen, bir olay karşısında topluca hunharca gülen -kötücül/ilkel bir taraftan da komik insan gülmesi gibi- insanlardan oluşmuş topluluklar). Burada insanın iki özelliği göze çarpar: Birincisi, özellikle toplu yapılan eylemlerde birer parça olarak insanın, yapının bütüncül mekanizması ile uyumlu işlediği görünmektedir. İnsan topluluğu takip eder, keskin şekilde onun bir parçası olarak davranış sergiler. İkincisi, ister canice bir olay olsun, ister bir eğitim olsun, eğer topluluk durumun eğlence unsuru içeren bir durum olduğuna kanaat getirirse, içerikle ilgilenmeksizin olay ile eğlenir ve keyif duyar. Parça insan da aynı tavır içindedir.
Sonuç: Eğer insanı ağırlıklı olarak sosyal bir varlık olarak tanımlayabilirsek -ki bu inkar edilemez bir gerçektir-, insan davranışını dış uyarana göre şekillenen topluluk davranışına indirgeyebiliriz. Burada insanın özelliğinin ilk-elden olarak değişmeyen yanlarını hala bugün de gözlemleme şansı bulmuş oluruz. Bir başka deyimle, insan nedir diye soracak olursak: İnsan toplulukların bir parçası olarak ilk-el (ilk elden gelen) özelliklerini sürdüren bir sosyal hayvan türüdür. Topluluklar ise hareketli avlara karşı sensory-motor mekanikleri çalışan avcı sistemleridir. Topluluk bir olaya dahil olduğunda, olayla kedinin fareyle oynadığı gibi oynama eğilimindedir. İnsan ise bu mekanizmanın bir parçası olarak, eğilimin eyleme dönüştüğü noktanın öznesini/nesnesini oluşturur.
Modern çağda birey özellikleri kazanmak insanın bu özelliğini değiştirmez diye düşünüyorum. Birey olma özellikleri insan davranışına muhakkak ki varyosyanel katkılar sağlar, insan davranışını çeşitlendirir. Ama bu türün değişiminde kanatların çıkıp uçma eyleminin gerçekleşmesi, evrimsel değişim mekanizmalarını gerektirir (ki bunlar oldukça uzun zamanda değişebilecek özelliklerdir, bu yönde bir değişim olmayadabilir, rastlantısaldır). Bu sebeple, insan hala düşene gülen, dövüşe alkış tutan, o ya da bu şekilde bir grubun parçası olmaktan kurtulamaz olan bir varlık alanı olarak tanımlanabilecektir.