Bu yazının amacı, bugünlerde hepimizin zaman zaman hissettiği, içine düştüğü, hayatın anlamı nedir sorusuna bir yanıt bulmaya çalışmaktır.
Elbette hayatın anlamı nedir sorusunun yanıtı, herkes için farklılık gösterir. Bazılarımız daha şanslıdır. Onlar için hayatın anlamı daha belirgindir. Kimi insan için hayatının anlamı bir başka insan iken (bu çocuğu ya da eşi olabilir), kimi insan için hayatın anlamı işi olabilir. Bazılarımız bilime inanırken, bazılarımız insanlığa, bazılarımız da Tanrı’ya inanır. Bu yazıda yanıt vermeye çalıştığım anlam arayışı ise; hayatın anlamı nedir sorusuna yanıt bulamayan kimseler içindir.
Yaşamımızdaki problemleri çözmenin yollarından bir tanesi, problemleri çözümlemek (analiz etmek) yoludur. Çözümlemekten kasıt ise problemi parçalarına ayırmaktır. Analiz kelimesi latince kökenlidir (analisus). Bu yöntemi vurgulayan Decartes, Hobbes gibi birçok önemli filozof vardır. Burada da hayatın anlamı problemini çözümleyeceğim. Öncelikle anlam kelimesinin ne demek olduğunu parçalarına ayırıp, tanımını yapma yoluna gideceğim. Aradığımız şeyin ne olduğunu anlayarak, pratikte neler yapabiliriz konusunda fikir yürüteceğim.
Yaşamı, Doğayı, Evreni Anlamak
Anlam, anlamak kelimeleri hem etimolojik olarak hem de tırnak içinde biyolojik olarak içinde bulunduğumuz dünya ile etkileşimin anlaşılmasını ifade eder. Anlamak kelimesinin anlamı etimolojik olarak Türkçe ve diğer diller üzerinden sınandığında, fiil, dış dünyada olup biten bir durumun değerlendirilmesine atıfta bulunur. Buna göre anlamak kelimesi, Türkçe’de durup düşünmek, aynı şekilde İngilizce ve Almanca’da understand/verstehen durup altındakine bakmak, yine Yunanca da bilgi (καταλαβαίνουν), idrak, görme anlamlarını taşır. Ormanda yürürken etrafımızda olup biten tehlikeye karşı oluşan anlık anlama hareketi de anlama kavramını organizma hareketi üzerinden tanımlamamıza yardımcı olur. Biyolojik ve etimolojik kökeni bu şekilde birleştirebiliriz. Sonuç olarak anlamak etkileşime girdiğimiz bir şeyle ilgili farklı yöntemler aracılığıyla açıklamalarda bulunmaktır. İçsel olarak, her hangi bir şeyle etkileşime girdiğimizde oluşan düşüncelerimiz (bilinç seviyesine gelen ya da gelmeyen), o şeyin ne olduğuna dair bazı kanaatlere sahip olmamızı sağlar. Oluşan düşünce ya da duygular (hisler değil) sayesinde, o şeyin özelliklerini, davranışını açıklarız ve o şeyi anlamış oluruz (Bu aynı zamanda felsefedeki nominalist yaklaşımdır). Ve bu sayede anlam meydana gelir. Artık bir diğer soruya geçebiliriz. İkinci kısımda analiz edeceğimiz kavram hayat kavramıdır. Peki hayat ne demektir?
Bu noktada “hayat” fikri, iki kavrama işaret ediyor olabilir. Birincisi hayat kelimesinin temel anlamından gelen anlamıdır. Bu yaşam demektir. Yani hayat, bir var olma meselesidir. O davranış sergileyen, hareket eden, akıp giden önümüzdeki yaşamdır. Bir başka deyişle, hayat dediğimizde, doğayı, evreni, dünyayı düşünürüz. Bundan başka bir hayat olduğu varsayımına dayalı yaklaşımları burada eliyorum.
Eğer anlamını aradığımız hayat bu birinci bağlamda yaşam ise, burada aramamız, araştırmamız gereken şey, doğanın evrenin kendisi olacaktır. Doğa, evren nedir? Özellikleri nelerdir? Hayatın anlamını arıyorduk. Anlamın ne demek olduğuna baktık ve sonra hayatı analiz etme yoluna gittik. Artık yapılacak şey kendisini bulduğumuz şeyin içine bakıp, onu araştırmaktır. Bu şeyde evrendir, doğadır.
Yine bu noktada anlam arayışımızı kolaylaştırmak için, bir küçültme, bir tanımlama daha yapmamız gerekir. Peki, ben hayatın/evrenin/doğanın hangi yanıyla ilgili bir anlam arayışındayım? Burada yine cevaplarımız değişken olabilecektir. Yeni sorumuz şudur: Ben anlam arayışımda hayatın, evrenin hangi parçasına bakmalıyım? Bu noktada hayata/doğaya/evrene ait olan her parça ve sorgu bizim için değerli ve geçerlidir. Evren ile ilgili merak ettiğimiz kısım, gökyüzünün hayatımızın anlamı ile ilişkisi olabilir. Bir diğer konu insanlardan başka canlıların bizimle kurduğu bağı anlamak olabilir. Yine bu noktada önemli olan, tam olarak içimize sinene kadar aradığımızın ne olduğunu anlamaya çalışmaktır. Zaman zaman yanlış şeyi bulduğumuzu düşünebiliriz, başarısızlık duygusuna kapılabiliriz. Yine de hayatın anlamını hala merak ediyorsak, elimizdeki güçlü, makul seçenekleri tek tek kontrol etmemiz gerekir.
Yaşam ile ilgili neyi aradığımızın kararını verdikten sonra, aradığımız şeye dair nasıl bilgi edinebilirim sorusu da önemli bir sorudur. Örneğin eğer doğa ve insanlar arasındaki bağı araştıracaksam, doğayı nasıl araştıracağımı bilmeliyim. Tabii ki doğanın araştırdığım parçası, bana en yakın olan ve hayatımda en çok varlığını hissettiğim parçası olmalıdır. Burada iki tür uygulama yapmam gerekmektedir. Birincisi, teorik uygulamadır. Teorik uygulama düşünsel uygulama demektir. Teorik uygulamada da iki çeşit düşünsel uygulamaya başvurmalıyız. Birincisi benim doğaya ilişkin ne düşündüğümdür. Yani kendi düşüncelerim, kendi içimde ürettiğim fikirler, deneyimlerdir. Bunları kendime açıklarsam doğayla ilgili bazı anlamlar üretmiş olurum. İkincisi ise diğer insanların doğa ile ilgili ne düşündüğüdür. Özellikle konu hakkında uzmanlaşmış ya da konuyla ilgili kişileri bulmalıyız. Onları anlamak için de ya şansımız varsa gidip onlarla konuşabilir, ya da onların yazdığı eserlerden (kitap, makale vb.) onların fikirlerine ulaşabiliriz.
Yapacağım ikinci temel uygulama ise pratik uygulamadır. Gidip doğanın içinde doğayı deneyimlerim. Ağaca dokunarak, toprağa basarak, havayı koklayarak, doğa ile vakit geçirerek, doğayı anlamaya ve tanımaya çalışırım.
Araştırmamızda bu iki yönteme de başvurmak zorundayız Bu iki uygulama da birbirini desteklemek ve takip etmek zorundadır. Çünkü Kant’ın dediği gibi sadece teorik uygulama gerçekçi olmayabilir. Ve sadece pratik uygulama bize karışık fikirler sunup, kafamızı karıştırabilir. Bu noktada eğer bu faaliyetlerin sonucunda ortaya çıkan cevaplardan tatmin olmazsak, örneğin doğayı anlamak, maddeyi anlamak bizim anlam arayışımızı gidermezse, bir sonraki sorudan devam edebiliriz: Acaba hayatın anlamı başka nelerde saklı olabilir?
İnsanı Anlamak
İkinci olarak hayatın anlamında aradığımız “hayat” kelimesi bize ilişkin olabilir. Bir başka deyişle, hayat kelimesi, insanın kendisine işaret ediyor olabilir. Bu farklı kavram bizi farklı bir soruya götürecektir. Yeni sorumuz şudur: O halde benim hayatımın anlamı nedir? Burada artık çözümlemesini yapacağımız konu doğadan, evrenden, insana taşınmıştır. Kendimi ararken ise, kendimin en belirgin özelliği insan olmak ne demek sorusunu araştırmam gerekecektir. Bu yüzden artık insan olmanın ne demek olduğuna bakmamız gerekiyor.
İnsan olmanın en belirgin özelliği, filozof Aristoteles’in deyimiyle canlı olması ve kendi yaşamına, etrafındaki yaşamlara yaşadığı ortama dair düşüncelere, kıyas yapabildiği fikirlere sahip olmasıdır. İnsanın bu özelliklerini sergileyebilmesi için, güvenli bir ortama, yemeğe, içmeye, uyumaya ihtiyacı vardır. Yine insan düşünebilmek ve bilişsel, zihinsel etkinlikler sergileyebilmek için, başka insanlar ile ilişki kurmak, etrafındaki hayat ile etkileşime girmek zorundadır. Çünkü insan ancak dil sayesinde düşünebilir. Dil de ancak diğer insanlar ile ilişki içinde gelişir. Bu etkinliklerde bulunamayan insanlar bu ortalama özelliklere sahip olamayacaktır. Bir başka deyişle, insan düşüncesi dili ancak deneyimledikçe oluşabilir. Bu gelişimsel özellikler ortada duran içsel özler değildir.
İnsan olmanın belirgin ve anlaşılabilir özelliklerini tanımladıktan sonra, bu özelliklerin hangisinin benim hayatımın anlamını oluşturabileceği sorusuna bakmamız gerekir. Bir başka deyişle, burada soracağımız soru; benim hayatımın anlamını hangi özelliğimde aramam gerekiyor, sorusudur. Acaba benim hayatımın anlamı yemek, içmek midir, üremek midir? Ya da benim hayatımın anlamı duygularım mıdır, sosyalliğim midir? Burada kritik bir nokta var gibi. İnsan olmak için yukarıda saydığım özelliklerden her hangi birini dışlayarak bir anlam arayışına gidersek, bilgimiz eksik kalabilir. Bir başka söylemle, kendimizi araştırırken, bedensel, düşünsel ya da duygusal hiçbir özelliğimizi dışarda bırakamayız. Çünkü yukarı da değindiğimiz gibi, insan olarak hayatta kalabilmemiz için, tüm bu ihtiyaçlarımızın yaşamımıza ayrı ayrı katkısı vardır. Hem bedensel olarak hem de duygusal ve sosyal olarak faaliyetlerde bulunmamız hayatta kalmamız için aynı derecede önem arz etmektedir. Örneğin bir nesneyi algılarken, görme yetimizden tutun da hafızamıza ve sosyal etkileşimize kadar tüm bileşenleri bir araya getirerek nesnenin anlamını yorumlarız (Kandel ve diğerleri, 2013, Nöral Bilimlerin Prensipleri. Sf. 487).
Bu noktada soruşturmamızı hızlandırmak ve doğru noktaya odaklamak adına bir arama yöntemi oluşturabiliriz. Evet ben bir insanım, ve sahip olduğum özellikler var. Bu özellikler ve özelliklerin bağlı olduğu durumlar üzerinden bir anlam tanımı yapmam gerekiyor. Peki bu anlamı kendim üzerinden nasıl yaratabilirim? Bu noktada arayışımız sonucu şöyle bir sonuca varabiliriz: Anlamı ararken vardığım nokta kendim oldum. Peki ben kendimde ne gibi bir anlam arıyorum ki, cevabı beni tatmin etsin ve rahatlayayım.
Eğer arayışımızda insan olmak ile ilgili bazı özelliklerimizi araştırmaya öncelik verirsek, ilerleme kaydetmemiz daha kolay olabilecektir. Anlam sorusunu daraltırken en yakına bakmak faydalı olabilir. Spesifik olarak kendinmizde aradığımız anlam yakınlarda bir yerlerde gizli olabilir. Örneğin, yaşadığımız son dönemde, bizi en çok etkileyen konuları tespit ederek araştırmamızı derinleştirebiliriz. Eğer anlam insan olmaya dayanıyor, ve bunu da en iyi anlayabileceğimiz araştırma nesnesi kendimiz isek, cevabı bulmaya yakın olabiliriz. Bugünlerde hayatımın anlamını ararken, içinde bulunduğum hangi durumlar beni en çok etkiliyor? Acaba bugünler de çok uykusuz kalmam hayatımı anlamsız hissetmeme yol açıyor olabilir mi? Bugünlerde kendim ile ilgili en büyük meselem nedir ve bu durumu anlam arayışım ile nasıl ilişkilendirebilirim?
Bu soruya yanıt verirken küçük ölçekte yanıtlar vermemiz çok önemlidir. Örneğin 25’li yaşlardaysam, ve yeni bir hayat kurmaya çalışıyorsam, belki beni rahatsız eden en önemli şey, insanların arasına yeni yeni karışırken bir grup içinde yer edinmenin ihtiyacı olabilir. Belki en büyük rahatsızlığım geçiş döneminde olmam ile ilgilidir. Bugün beni en çok düşündüren şey nedir? Bugünlerde iyi beslenmiyor, yeterince uyumuyor olabiliriz. Bugünlerde yemekten yeterince keyif almıyor, doygun hissetmiyor olabiliriz. Bu ara deneyimlediğimiz sosyal etkileşimler bize yeterince heyecan vermiyor olabilir. Arkadaşımız ile duygu durumumuza dair yaptığımız konuşmada, arkadaşımızdan aldığımız yanıt bizi hoşnut etmemiş olabilir. Özenle yazdığımız yazıyı, giydiğimiz kıyafeti bugün kimse takdir etmemiş olabilir. Belki bugünlerde fazla yalnız kalmış olmam, paylaşımda bulunamamam bana kötü hissettiriyor olabilir. Dışarda akan bir hayat vardır ve içine dâhil olup, keyfini süremediğimiz için eksik hissedebiliriz. Kendimize dair anlam arayışımızda bütün bu soruları incelememiz gerekmektedir. Çünkü bizi biz yapan, bütün bu özelliklerimizin ve tecrübelerimizin bir araya gelmesidir. Ve bu sorular ve yanıtlar bize yavaş yavaş kendimizi anlatmaya başlayacaktır. Hayatın anlamı daha belirgin bir hale gelecektir.
Söylediğim gibi, güvende hissetmeden, yemek yemeden, yakın etkileşimlere girmeden, duygularımız olmadan, insanlar ile paylaşımda bulunmadan yaşayamayız. Bu sebeple insan olarak anlam arayışını iyi kavramak için, kendimizi ve yaşamımızı keşfetmemiz bizim için önemli bir araştırma konusudur. Bugün insana dair yapılan somut araştırmalar insanın dönemsel, anlık olarak yaşadığı durumların onların duygusal ve anlam üretme yönünde gösterdiği eğilimler için birincil kaynaklar olabileceğini göstermektedir. Bir başka deyişle, belki de aradığımız anlam içinde bulunduğumuz his, düşünce ve duruma dayanmaktadır. İçimizde yer alan duygular; fizyolojik, düşünsel, duygusal, sosyal bir çok bağlamda etkileşime girdiğimiz dış ve iç dünyanın sonucu birer tepkime olarak meydana gelirler. Araştırmalarının gösterdiği üzere bu duygulardan (tepkimelerden) hisse ve anlalama bürünen duygular algı ve davranışımızı yöneten birincil kaynaklardır (Patten, Campbell, 2011, sf. 86). Ve özellikle etrafımızdaki insanlar ile kurduğumuz ilişkiler, sosyal etkileşimimiz ve algımız, duygularımız için birincil kaynaklardır. Bu sebeple hangi duygularımızın düşüncelerimize, hislerimize yön verdiğini anlarsak, anlam arayışımızda başarıya ulaşmamız kolaylaşacaktır. Gün içindeki hislerimizi anlamamız, acımızın, mutluluğumuzun kaynağını tespit etmemiz gerekmektedir. Bu analizlerde bulunabilirsek, gerçekçi verilere ulaşmış oluruz. Ayrıca açlığımızı, yorgunluğumuzu, içinde bulunduğumuz diğer olumlu ve olumsuz hislerimizi anlamakta, anlam arayışımız için vazgeçilmezdir.
Sonuç
Sonuç olarak aslında hayatın anlamı sorusu çok geniş kapsamda bir sorudur. Bu soruya cevap vermek istiyorsak, bu kapsamı biraz daraltmamız ve sahip olduğumuz materyali kullanmamız gerekir. Aksi takdirde anlam arayışında kaybolabiliriz. Bunu yapabilmek için de doğa ve insan elimizdeki en somut en anlaşılabilir değerlerdir. Bu yaklaşım felsefede içe dönüklük/içkinlik olarak bilinir. Spinoza bu anlayışın en önemli temsilcisidir (Zelyüt, Spinoza İngilizcesi için materyalizmin tarihi olabilir, Eugene Marshall).
Bununla beraber eğer anlam arayışına düştüysek, duygularımızın bu sorguda çokça payı olabilir. Eğer kafamız karışmış, yorulmuş, başarısız hissetmiş, ya da başarısızlıktan korkmuş isek; duygularımızı anlayan birilerini bulmakta zorlanıyorsak; yalnız hissediyorsak; hayatın anlamı nedir gibi bizi zorlayacak, çıkmaza sokacak sorular üretiyor olabiliriz. Duygularımızı daha iyi çözümleyip neyin bizi anlam arayışına ittiğini anlarsak, anlam arayışında başarılı olma ihtimalimiz artacaktır. Bu sayede anlama dair daha manalı, işlevsel ve akıcı değerler üretmek de mümkün olabilecektir. Belki de asıl mesele, anlamı anlamaktan ziyade, yaşadığımız hayata anlam katabilmektedir.
Ekler: Bu yazının aslı ve diğer makalelerin tamamı için bkz. www.felsefenotlari.com
KAYNAKÇA
Kitaplar
Eugene Marshall — The Spiritual Automaton_ Spinoza’s Science of the Mind-Oxford University Press (2014)
Solmaz Zelyüt, Spinoza, Dost Kitabevi, 2010.
Erik Kandel and Colleges, Principal Of Neural Sciences, McGraw Hill Medical Books, 2013.
Kathryn E. Patten, Stephen Campbell, Educational Neuroscience, Wiley Black Well, 2011).
Makaleler
Stuart Hampshire, Spinoza’s Theory of Human Freedom, 1971.