Acı boşluğu yaratırken, kibir boşluğu doldurmaya çalışır, ancak başka acılara kaynaklık eder ve boşluğa boşluk katar.
Büyük, küçük, derin, yüzeysel tüm acılar his ve düşüncelerde boşluk yaratır, birer tehdit unsuru olarak karşımıza çıkar. Bu düşmanı karşılamak için farklı stratejiler geliştiririz. Bu stratejileri geliştirirken de birçok şeyi birbirine karıştırabiliriz. Acının yoğunluğu arttıkça bu karmaşanın niceliği ve olasılığı artabilir. Elimizi bıçakla kestiğimiz bir anı hayal edelim, ve o an yanımıza yaklaşan arkadaşımızın bizimle konuşmaya çalıştığını. Arkadaşımız tehdit unsuru bir söylemde bulunursa, bu söylem bıçağın acısını arttırabilirken, arkadaşımızın söylemini abartmamıza da yol açabilir ve bu iki acı bir araya gelerek daha büyük kafa karışıklıklarına yol açabilir. Beyin bu tip entegrasyon mekanizması ile çalışır (Alp, Ozkan, 2022, nature scientific report). Bir başka deyişle bıçağı, yarattığı acıyı ve karşımızdaki kişiyi bir kümede birbirine bağlayıp, o an için düşman olarak görebiliriz. Zaman içinde biriken sosyal acılar da buna benzer örnekler yaratabilir. Bizi yalnızlığa sürükleyen durumlarda ortaya çıkan yoğun acılar (insan türü için yalnızlık, açlık gibi bir acı yaratır) zamanla kemikleşir, ve bu acıları sürekli olarak duyumsamaya eğilim gösteririz. Karşımıza çıkan farklı ve bizdeki yalnızlığın yarattığı acıyı tetikleyen durumlarda, belleğimiz karşısına çıkan tüm çevresel unsurları birer düşman olarak aynı potada eriterek, bu unsurlara karşı stratejiler geliştirir. Bu unsurlar genellikle insanlar olur. Sosyal olarak yaşadığımız yalnızlaşmanın acısını bu entegrasyon sayesinde karşımıza çıkan herkesten çıkartabiliriz.
Bu tip büyük acılara karşı geliştirilen en önemli savunma mekanizmalarından birisi kibirdir. Kibir oldukça üstenci bir yaklaşım sunar, bu üstencilik çok güçlü bir silaha sahip olma hissi yaratır. Bu güçlü silah sayesinde çok fazla acı yaratan farklı unsurlar -yine yoğunluklu olarak koşullara göre karşımıza çıkan farklı insanlar- elemine edilebilecektir. Örneğin, yalnızlığın acısını bize anımsatıp (bunu çoğu zaman fark etmeyiz) acı duymamızı sağlayan bir insan karşısında kolayca bu silaha davranıp, onun yarattığı tüm değerleri hedef alıp, ki bu değerler onun varlığına işaret etmektedir, onu bu kibir silahının ateş gücüyle vurup yakabiliriz. Amacımız acı kaynağını ortadan kaldırıp, acımızı azaltmak, şiddetini minimize etmektir. Bu çok doğal, ilkel (ilkelden başvurulan) bir yöntemdir. Detaylandırılmayan kavgalarda (tartışma, münazara, çatışma) başırılı olma olasılığı da oldukça yüksektir.
Bununla beraber, bu silahın kullanımı kısa süreli acı hafiflemesi yaratsa da, yoğun acılar konusunda uzun vadeli çözümler sunmaktan çok uzaktadır. Çünkü kendi elimizle vurduğumuz insanların ölmesi (bize düşman olması, bizden ayrışmaları), yeni kayıplar dolayısıyla yeni acı kaynakları yaratarak boşluğumuzu derinleştirmeye devam edecektir. Bir başka deyişle, yeni kayıplar, yıkımlar ile acımız yine bir noktada artmaya başlayacak, içimizdeki boşluk henüz kapanmadan, daha güçlü boşluklar içimizde yer etmeye devam edecektir. Bu durum birbirini karşılıklı şekilde etkilemeye, yaratmaya devam eden ağlar bütününün varlığını arttırmasına da katkı sağlayacaktır.
Görüldüğü üzere bugünlerde yaşadığımız, çok derin sosyal, fiziksel acılara sebep olan depremde, depremin çevrelediği alanda yeren alan bazı insanlarımız bu kibir yöntemine başvurmaktadırlar. Bu silah bu süreçte farklı şekillerde kullanılmaktadır. Bazımız çıkıp karşısındakinin acısını “kader, tanrı yazgısı” gibi söylemler kullanarak, bu acıyı küçültmeye değersizleştirmeye çalışarak bu silahı kullanmaktadır. Bazımız yine benzer şekilde tanrısal olduğu düşünülen metinlerden yüksek perdede sözler paylaşarak (örneğin sosyal medya ortamlarında) bu silaha başvurmaktadır. Bu kişiler olayın kendilerinde yarattığı, yaratabileceği acıyı, örneğin sorumluluğun sonucunda ortaya çıkacak fiziksel acıyı (belki olay karşısındaki sorumluluğundan dolayı alacağı cezaya dayanan) ya da sosyal acıyı (insanlar tarafından dışlanma) (ki bu acılar, deprem faciasını birinci elden yaşayan insanların acıları gibi aslolan acılar bile değilken), bu şekilde bertaraf etmeye çalışmaktadır.
Biz insanlar çok büyük acılar yaşayabilir, ve bunları fark edebiliriz. Bu durum içimizde çok büyük dayanak arayışları yaratabilecektir, bu çok doğaldır. Ancak bu büyük dayanaklar kibir tarzı silahlar aracılığyla birer savaş makinesine de dönüşebilirler. Büyük büyük kavramların, büyük sığınakların, büyük sözlerin gerek kibir yoluyla, gerekse duygulanım yoluyla problem çözme konusundaki yetersizliklerini biz insanlar birincil elden ya da tarihi kaynaktan birçok kez deneyimlemiş bulunuyoruz (farkında olalım ya da olmayalım). Savaşlar, depremler, yıkımlar, kıyımlar bunların hep örnekleridir. Maalesef bu silah çözüm yaratmaz. Bunun yerine bu dünyada yaşarken problemlerimizi çözebilmenin yegane yolu, küçük sıradan insanların yanında yer alıp, onların samimiyetine yaslanıp, küçük küçük aletler, uzun uzun süreçler ve makul yöntemler ile bu problemin üstesinden gelmeye çalışmaktır. Bundan başka, büyük kavramlar ve beklentilerin altında oluşturulan tüm yöntemler daha büyük boşluk ve felaketler yaratmaya (savaştan tutun da deprem yıkımına) katkı sağlamaktan başka bir şeye yaramayacaktır. Bu sebeple, özellikle deprem gibi böyle büyük krizlerde, yüce (nicelik ya da niteliksel olarak), devasa, ötesi (metafizik) gibi kavramlara yönelip bir de bu kavramlara kibri ekleyerek problemlerimize çözümler üretmeye çalışmamız, oldukça çürük olup, sonraki zorlukların yıkıcılığını arttırmaya katkı sağlamaktan başka bir işe yaramazlar. Ve ilk şiddetli deprem, bu yöntemimizi yıkıp geçer. İster altında ezilip, ölelim, ister üstüne çıkıp yaşam boyu travmatik olarak var olalım. Büyük kavramlarımız kibre, kibir acıya, acı korunma yöntemlerine işaret eder. Ama bu paradigma ne yapıcı bir sonuç yaratır, ne de acımızı sönümler bizi mutluluğa, istenilene sevk eder.
Acı belli ki hayatlarımızda kaçınabileceğimiz, kendisinden büyük ölçüde kaçabileceğimiz bir şey değildir. Gerek tabiatın kuvvet bakımından çok güçlü ve yer yer yıkıcı oluşu, gerek bunun biz insanlara yansıması ve bizim davranışlarımız sonucunda acıya kaynaklık edişimiz önüne geçilemez bir durumdur. Ve yine belli ki biz insanların yanında ne bir doğa üstü güç, ne bir tanrı yer almaktadır. Bizim bu problemlerimizi kendimizden başka kimsenin yardımı ile çözmemiz ihtimaller dahilinde değildir. Ve yine göründüğü üzere kibir bu problemlerimizi çözmemiz için kullanabileceğimiz yöntemlerden birisi değildir.